<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d27022666\x26blogName\x3derenler\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLUE\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://erenler.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3den_US\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://erenler.blogspot.com/\x26vt\x3d4981266693642275581', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>
Sitemiz 2008 Eylül ayından itibaren KAİNATAMEKTUP.com adresinden hizmet vermektedir.
Zaman zaman buraya da kayıt girilmektedir.

<$BlogDateHeadeTuesday, December 04, 2007

<$BlogItemBody$

“Ey insan, eğer sana yapacağım şu vasiyetlere kulak asar ve kendin aynısını yaşarsan dünyan ve âhiretin mes’ud olur, çünkü bunlar güzel ahlâkın en önemli hususlarıdır:
Asla kâfirlerden dost edinme, müminlerden de düşmanın olmasın. Dünyada sermayen takvâ olsun.
Nefsini de ölülerden say, Allah'ı ve Resulüllah’ı an ki, her tehlikeden kurtulmuş olasın. Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Kadere ve Hayır ile şerre inandım.” de Çünkü biz hiçbir Peygamberi ayırmayıp hepsine iman ederiz. Mü'minler: “İşittik ve itaat edik ve senden af dileriz, zira sana geleceğiz Allah’ım.” derler.
Eğer bu sayılanlara riayet edersen, Allah (c.c.) sana dört şey ihsan eder. Dördü dünyada, dördü ahirette.

Dünyada verilecek olanlar:
1-Sözde doğruluk
2- Amelde ihlâs,
3- Rızıkta kanaat,
4- Yüce makamlara ulaşma.

Ahirette verilecek olanlar:
1- Büyük bir bağışlama,
2- Hakka yaklaşma
3- Meva cennetine girme,
4- Yüce makamlara ulaşma.

“Sözünde doğruluk istersen. Kadîr Sûresini okumaya devam et.
“Eğer rızkının Yağmur gibi helâlinden gelmesini istersen, Felak Sûresini okumaya devam et.”
“İnsanların şerrinden emin olmak ister- sen, Nas Suresi’ni okumaya devam et.”
Eğer bir iş yapmaya ve helal kazanmaya talip isen şu duâyı oku : “Bisnıillahirrahmanirrahim, el-Melikül Halkül Mübîn, ni'nıel Mevlâ ve ni'melmasir,” ve Yâsin süresiyle Vâkıa süresini de oku. Rızkın yağmur gibi sana gelir.
“Eğer her sıkıntının önlenmesini ister ve her darlığını yok etmek istersen istiğfara devam et, günde en az yüz defa istiğfar et.”
“Eğer binlerce dertten kurtulmak istersen;
“La havle ve/â kuvvete illâ billâlıil aliyyil azîııı”e devam et.”
Eğer sana gelen musibeti kaldırmak istersen;
“İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun”a devam et.
Eğer huşu istersen, fuzulî bakışlarını terket.
Eğer hikmete kavuşmayı istersen, fuzulî konuşmayı bırak.
Eğer ibâdetin tadını almak istersen, gündüz oruç tut ve geceleyin ibadet et.
Eğer nefsinin ayıplarını kapatmak istersen, insanların ayıplarını aramaktan vazgeç.
Eğer, Allah korkusunu yaşamak istersen, vesveseyi bırak. Her kötülükten korunmak istersen, kötü zan yapmayı bırak. Kalbinin öldürülmesini istemezsen, günde kırk defa “Yâ Hayyü yâ Kayyûmü la ilahe illâ ente” duasına devam et.
Eğer kıyamette sevgili Peygamberimiz (sav)i görmek istersen, Tekvir, İnfitâr ve İnşikak sûrelerine devam et.
Eğer kıyamette yüzünün berraklığını istersen, gece (teheccüd) namazına devam et.
Eğer kıyametteki susuzluktan kurtulmak islersen. oruca devam et.
Kabir azabından kurtulmak istersen, pisliklerden sakın ve haram rızk yemekten kaçın.
İnsanların en zengini olmak istersen kanâat ehli ol.
İnsanların en âbidi olmak istersen, Resulüllah’ın sünnetlerine yapış.
Çünkü Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır. “Haramlardan kaçın kî en iyi ibâdet edenlerden olasın.” Allah'ın taksimine razı ol ki insanların en zengini olasın. Komşuna iyilikte bulun ki mü'min olasın. İnsanları sev ki, Müslüman olasın. Çok fazla gülme; çünkü fazla gülmek kalbi öldürür.
İyi Müslümanlardan olmak istersen, Allah’ı görür gibi ibadet edeceksin, her ne kadar sen O' nu görmez isen de O seni görmektedir.
İmanını olgunlaştırmak islersen. ahlâkını güzelleştireceksin.
Allah'ın sevgisini kazanmak islersen,insanların işlerini göreceksin.
Alnın açık Allah'a kavuşmak istersen, cenabetlikten yıkanacaksın (gusl edeceksin.)
Kıyamet gününde nurlanmak istersen, hiç bir kimseye zulmetmeyeceksin.
İnsanların en kuvvetlisi olmak istersen, Allah'a (c.c.) tevekkül edeceksin.
Allah'ın gazabından emîn olmak istersen. Allah’ın kullarına buğz etmeyeceksin.
Duanın kabulünü istersen, faiz yemeyi, haram yemeyi bırakacaksın.
Kıyamette rezil rüsvayı olmayayım dersen, şehvet ahlâklarından vazgeçeceksin.
Büyük günahlardan korunmak istersen, çirkin ahlâklardan vazgeçeceksin.
Allah'ın (c.c.) gazabından kurtulmak istersen, verdiğin sadakayı gizli yapacaksın ve sıla-i rahimi ihmal etmeyeceksin, akrabanı yoklayacaksın. (Kollayacaksın)
Eğer kalbini din üzerine sabit kılmak istersen şu duayı okuyacaksın: “Allahümme sebbit kalbi âlâ dînike” “Yâ Rab, kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” diyeceksin.
/div>
nd #comments -->
<$BlogDateHeadeMonday, December 03, 2007

<$BlogItemBody$



Ey evlad!.. Hakk’a ulaşman için iki adım atman gerekiyor. Birincisi, kalbinin dünya ve ahiretten, ikinci adımın da nefsinin diğer insanlardan uzaklaşmasını sağlar. İşte o zaman Hakk’a yakınlık gerçekleşebilir. Senden ilk adımı atıp işe başlamak, onu tamamlamak ise Aziz ve Celil olan Yüce Allah’tan. Tembellik sana yakışmaz. nasibini ara, çalış!.. Eğer bina sağlam temel üzerinde ise yıkılmaz, sen de halini dinimizin hükümlerinin üzerine oturtursan hiç kimse sana zarar veremez.
İlmi kamil alimlerden öğrenin. Onların meclislerinde edeple oturun. O meclislere başka amaçlarla gitmeyin. Böylece o zatların feyiz ve bereketinden siz de faydalanabilirsiniz. Ariflerin yanında sükut ederek oturunuz!.. Zahidlerin yanında ise, onlara rağbet ederek oturunuz !..
Kim ki Yüce Allah’ı tanırsa nefsinin, hevasının, tabiatının, adetinin ve bedeninin dili tutulur, buna karşılık, kalbinin özünün, halinin, makamının dili açılır. İşte bunun için Arifler daha çok sükut ederler ki, kendilerinden faydalanılsın, kalplerinden fışkıran irfan pınarlarından içilsin. Arifin dışı Allah’a şükür ile, içi O’ na hamd ile meşguldür. Neşesi içinde, kederi dışındadır. Çoğu mü’minin ise, kederi içinde sevinci dışındadır. Arifler makam sahibidirler, diğerleri ise hal sahibi. Hal değişikliğe uğrar; ama makam sabittir. Allah dostlarının mecnunluğu; tabii adetleri, nefsani fiilleri terk etmek ve şehvani, nefsani zevklere karşı koymalarını ifade eder, yoksa aklını kaybetmek demek değildir.
Nefs, kul ile Rabbi arasında bir perdedir. İzzet ve Celal sahibi Allah’ı bilenlerin sohbetinde çokça bulunan kişi nefsini tanır, Rabbine ve yaratıklara karşı daha mütevazi olur bilir ki, Allah ona nefsini, sırf dünya ve ahirette mutlu olması için tanıtmıştır.
Bence, iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevini yapan kişi, inzivaya çekilmiş bin abidden daha hayırlıdır. Çünkü abid, nefsi kendisini helaka sürüklemesin diye inzivaya çekilmiş böylece onunla savaşı bir bakıma terk etmiş demektir. Eğer nefsi, kalbe ve öze tabi olduğu bir halde inzivaya çekilmişse, bu makbuldür. Çünkü bu durumda nefs, onlara tabi olur. Kalb ile özün emrettiğini nefs de emreder. Bu halde nefs, NEFS-İ MUTMAİN haline gelir.
Sen, nefsinin heveslerini, arzularını ve zevklerini kendisine vermeğe devam ettiğin sürece, onun ipine bağlısın. Nefsinin hakkını ver ama, heveslerine ,arzularına ve zevklerine engel ol ! Onun kurtuluşu, kendisine haklarının verilmesi, helakı da ona hazlarının, heveslerinin ve arzularının verilmesine bağlıdır. Nefsin hakları; ihtiyaç miktarınca yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir, hazları ise zevk aldığı şeyler ve şehvetlerdir. Ona şeriatın ölçüleri dahilinde haklarını ver! Hazlarını, Allah’ın taktirine bırak!.. Ona daima helal şeyler yedir! Aza kanaat et!.. Nefsin Rabbine itaate yönelirse ona uy! Günah işlemeye yönelirse ona karşı koy !
Ey Ahali ! Nefisleriniz uluhiyet (İlah olma) iddiasında ama, sizin bundan haberiniz yok. Çünkü nefisleriniz, Hakk’a karşı kibirleniyor, Allah’ın muradından gayrısını istiyor. Onlar Allah’ı sevmiyor aksine, O’nun düşmanı olan şeytanı seviyor. Allah’ın ezelde taktir ettiği kaderi ortaya çıkmaya başladığında, boyun eğmiyor, sabretmiyor, itiraz edip, kaderle çekişiyor. Kişi Allah’tan başka neye bağlandı ve neye gönül verdi ise o onun putudur. Esas sebep olan Allah’ı tamamen unutarak zararın da faydanın da kendisinden geldiğini kabul ettiğin her şey senin ilahındır.
Ey dünyaya kulluk edenler ! Ey ahirete kulluk edenler ! Siz Allah’ı da dünyayı da ahireti de hakkıyla bilmiyorsunuz. Kiminizin putu dünya, kiminin ki ahiret. Çoğunuzun putu, insanlar, zevkler, övülme arzusu ve alkış toplama.
Temeli sağlam attığın taktirde, üstüne binayı çıkmaya başla! Temelin harcı, fıkıhtır (İslam Hukuku). Fıkıhtan maksadım, kitaplar da yazılan bedenle ve zahirle ilgili olan değil, kalp fıkhıdır. Budur seni Allah’a yaklaştıracak. Zamanını ilim öğrenmekle geçiriyorsun fakat, öğrendiklerinle amel etmiyorsun. Sen Hakk’ın huzurunda susmalı, dilsiz gibi olmalısın, ta ki, O’ ndan konuşma izni gelene kadar. Konuşma izni gelince, O’ nun kudreti ile konuşursun, kendi isteğinle değil. Bu durumda konuşman kalplerin hastalıklarına deva, özlere şifa, akıllara da ışık olur. Nefsinle cihad konusunda sana yardım edenle arkadaş ol ! Onun azmasına yardımcı olanlardan kaç ! Nefsini hizmetçin yap ! Sakın sen ona hizmetçi olma ! Onun tepesinden sopayı hiç eksik etme ! O, aynı yırtıcı hayvanlar gibidir, kendisini uyur ve uyuşuk gibi gösterir, fırsat bulunca hemen saldırır. Dışardan alçak gönüllü, itaatkar, hayırlara koşan gibi görünse de aldanma! Dikkatli ol ! Sen nefsine aşıksın. Gerçekte en büyük düşmanının o olduğunu bilseydin, mutlaka ona karşı çıkar, yemesi, içmesine bile engel olurdun. Rabbin ile arandaki en büyük engel SENSİN. Nefsine karşı gelerek, onunla savaşarak, onun heves ve arzuları karşısında sağır kesilerek kendini aradan çıkar.
İki çeşit ölüm vardır. Biri, ruhun bedende ayrılması demek olan ölümdür ki herkesçe bilinir. Bir de seçkinlerin ölümüdür ki bu, kötü adetlerin, arzuların yok olması, nefsin terbiye edilmesidir. Bu tür ölümde kalp dirilir. Ölmeden önce öl ! Hem kendinden geç, hem de Allah’tan gayrı şeylerden ! İşte o zaman dirilir, hakiki hayata kavuşursun. Allah kulunu, bütün olumsuz duygu ve hallerden sıyrıldıktan sonra, başka bir yaratılışla yaratır. Önce yokluk eli onu ile yok eder, sonra varlık eli ile hayata iade eder.
Kaderi bahane etmek, tembellerin dayanağıdır. Onlar, “Ne yapalım kader böyleymiş.” derler ve daha güzel amel işlemekten kendilerini yoksun bırakırlar. Sen ise ”o şunu dedi, neden? nasıl?” gibi tartışmalara girme ! Sadece çalış, çabala, güzel ameller işle ! Allah ise dilediğini işler. Allah yapacağından mesul olmaz. İnsanlar ise yaptıklarından mesul tutulurlar. Allah’a yakın bir kapıda adın yazılmış da olsa, gururlanıp da kendini koyuverme ! Şüphesiz, onu yazan, silmeğe de kadirdir. Daima taat, korku ve çekinme halinde ol ! Ta ki ölüm gelinceye ve dünyadan ahirete selametle varıncaya kadar. Kaza ve kadere razı olmadığın, belalara sabretmediğin ve nimetlere de şükretmediğin zaman, kendine Allah’tan başka bir Rab ara ! O’ ndan başka Rab yok ki bulasın. Ey sofilere mahsus elbiselere bürünmüş kişi ! O elbiseyi önce özüne, sonra kalbine, sonra nefsine en sonda da bedenine giydir. Zühd ve takva öz (sır) den başlar, dışa doğru gider. Dıştan içe doğru gitmez. Önce İslam’ı doğru anla ! İslam, kayıtsız, şartsız teslimiyet ve itaat demektir. Kendisinde ihlas bulunmayan her amel, içi boş, özü olmayan bir kabuk, ruhsuz bir ceset gibidir.

KAYNAK :Hz.Abdulkadir GEYLANİ-İlahi Armağan / Çev- Abdulkadir AKÇİÇEK
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeMonday, August 06, 2007

<$BlogItemBody$


Alim Yetiştiren Aile
Ali Ulvi Bey, 1922 yılında Konya’da, şehrin meşhur âlimlerinden Hacı Veyis Efendi’nin torunu, İbrahim Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İlim, irfanla yoğrulmuş böyle bir çevrenin; alimi,ilmi yok sayan yeni bir döneme geçişte yaşadığı sıkıntılara şahit olmuş. Kur’an öğretimine izin verilmediği sıralarda büyük gayretlerle hafızlığını tamamlamıştır.

Merhum güzelliğini,kemali iyi bir aileye ve yüce bir civara (komşuluğa, çevreye) borçlu idi. Ailesi dindar ve ilim ehli bir ailedir. Kendine örnek edindiği amcası, kamil insan Hacıveyiszade Mustafa Efendi Konya'nın bir dönemine damgasını vurmuştur. O kardeşi İbrahim Efendi gibi hicret etmemiş zorluklar içinde hizmetini Konya'da sürdürmüştür. Fakat o dönemin zorlukları ile kendini aşacak bir evlat yetiştirememiştir. İşte İbrahim Efendi'nin hicreti nesil yetiştirme yönü ile faydalı olmuş ve bayrağı temsil edecek bir güzel insan ortaya çıkmıştır. İbrahim Efendi'nin Şeyhi Fahri Kulu hicrete tam destek vermiş "Benim çocuklar bu imkanlar içinde ancak esnaf oldular." demiştir.

Beslendiği Damar
Evet kalanlar da gidenler de Allah'ın hikmeti ile hareket etmiş görevlerini tamamlamışlardır. Ali Ulvi Kurucu ilim silahını kuşanıp zorunlulukla terk ettiği topraklara ömrünün son döneminde sıklıkla gelmiştir.

Ve şimdi ilminin zekatını Hatıraları ile vermektedir. Ali Ulvi Bey’in seksen yıllık hayatının her ânı dolu dolu geçmişti. Bu bakımdan, geçtiğimiz günlerde Kaynak Yayınları’ndan çıkan Ertuğrul Düzdağ'ın hazırladığı ‘Hatıralar’ı son derece önem taşıyor. Son yüzyılın yazıl(a)mayan tarihine ışık tutacak değerli bir kaynak ve ilim ışığında yürümek isteyen genç kuşaklara yol projektörü eseri sevap hanesine yazılacaktır inşallah.

Üç nesil alim ailenin kitabı olamayı hak eden eser hatta daha da gerilere götürülebilir. Hadimi Efendi ile başlayan son dönem Konya civarı manevi aydınlanması Büyük Nakşi Şeyhi Halidi Bağdadi Hazretleri talebesi Memiş Efendi eliyle Muhammed Bahaddin ve evlatları Zeynelabidin,Rifat ve Ziya Efendilere ; onlardan Fahri Kulu, Hacı Veyis Efendi; Bu muhteremler eliyle de Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve İbrahim Efendilere ve son dönemde Ali Ulvi Kurucu Efendi'ye bayrak teslim edilmiştir. Ali Ulvi Bey İstanbul ile de dirsek temasında bulunmuştur. Zaten İstanbul'da bulunan Nakşi şeyhler de halidi kolunun pınarlarıydı.

Bu güzel insanları andığımızda bu yüzyılın başındaki bir "okul" denemesini hatırlamak gerekiyor: "Islah-ı Medaris" 1900 yılları başında açılmış bugün ciddi şekilde incelenmesi gereken iyi bir nesil ortaya çıkarmıştır. Ne acıdır ki mezun bile vermesine müsade edilmeyen okul bugün bile bizlere başlanması gereken bir noktayı işaret eder.

Dün olmadığı gibi bugün de boş olmayan yeryüzünde acizane Konya yerelinde ki ve İstanbul'da ki hala akan damarları tanıyorumü, Elhamdulillah. Rabbim cümlesinden faydalanmayı nasip eylesin.

Hicret
Seksen yıllık hayatının ilk on sekiz senesini dünyaya gözlerini açtığı Konya’da geçiren, altı yıl Kahire’de tahsil gören âlim, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu
Baba ve dedesi gibi bir âlim olarak yetişebilmesi için ailece Medine-i Münevvere’ye yerleşmişlerdir. 1938 yılında ailesiyle birlikte Medine’ye göç ederler. Çocuklarını okutmak için Türkiye’den gitmek zorunda olan İbrahim Efendi, Ali Ulvi’yi Hafız yaptıktan sonra Kahire Ezher Üniversitesi’ne gönderir. Bitirdikten sonra da Medine’de önce Evkaf Dairesi’nin inşaat ve sicilat emini olarak çalışır. Daha sonra Sultan Mahmud’un yaptırdığı Mahmudiye Kütüphanesi’nde çalışan Ali Ulvi Kurucu, emekli oluncaya kadar da Arif Hikmet Kütüphanesi’nde çalıştı.

Şahsiyeti
Göreni cezbeden yapısıyla, insanlar üzerinde ciddi tesirler bırakan Ali Ulvi Kurucu, Peygamber nezaket ve nezafetini sergileyen gönül dostu, Peygamber aşığı, alim, fazıl, edip ve şair bir kişiydi.

“Bugün hemen hemen kaybolup gittiğine yandığımız Osmanlı Efendisini, onun iman, irfan, ahlak ve bilgisini, kibarlığını, nezaketini, itidal ve basiretini, gönül zenginliğini, bu zâtta gördükten sonra, acaba diyorum; milli şahsiyetimizi koruyabilmek için, elli yıl önce, milletçe Medine’ye mi göç etmeli idik.”(Gecelerin Gündüzü/Nurlu Belde Medine’den Yazılar: s.9, Marifet Yayınları, 1994)


Hayrettin Karaman:

"İrşad nesli" derken bugün insanımızın muhtaç olduğu ama sayıları gittikçe azalan bir "İslam âlimi" tipini kastediyorum. Bu âlimler yalnızca bilgi vermezler, eskilerin feyiz dedikleri bir manevî etki ile muhataplarını eğitirler, onlarda sağlam inanç, güzel ahlak, yüce duygu ve düşüncelerin oluşmasına katkıda bulunurlar. Bunu da hem kalleri (sözleri) hem de halleriyle yaparlar. Söze besmele ve hamdele ile başlarlar, Peygamberimizi yalnızca adıyla anmazlar (hatta adını söylemeyi bile edebe aykırı bilirler), O'nu andıklarında mutlaka salavât okurlar, sohbetlerini âyetlerle, hadislerle, büyüklerin sözleriyle (kelâm-ı kibâr ile), örnek insanların menakıbı (örnek hayat hikayeleri) ile süslerler, ibadet zamanı gelince, mescide gidilemeyecekse namazı cemaatle kıldırırlar, az güler, çok ağlarlar, neyi, nerede, nasıl söyleyeceklerini iyi bilirlerdi...
Merhum, işte bu irşad neslinin son örneklerinden biri idi.

Birlik ve cihada devat ediyordu:
Ali Ulvî Kurucu'ya göre hem bir ülkede yaşayan müminler hem de bütün İslam dünyası arasında birlik, güçlenmemizin, bağımsızlığımızın ve medeniyetimizi yeniden inşanın olmazsa olmaz şartları arasındadır. Dün olduğu gibi bugün de müslümanların bir medeniyyet dâvaları vardır, olmalıdır. İslam dünyasında birliğin, gücün ve yeni bir cihad hamlesinin rehberi olmak da Osmanlı'nın çocuklarına düşer. Aynı tezi savunan Senûsî'nin kitabını, Asırlar Boyunca Parlayan Nur adıyla tercüme etmesi de bu düşüncesine başka düşünürlerden destek arayışıdır. Birlik, cihad ve inşa konusundaki duygu ve düşünceleri şu mısralarında yıllarca yaşayacaktır:

(Birlik)
Kur'an bizi hep birliğe davet ediyorken
Ayrılmanız İslam'a büyük darbe diyorken
Sen ben diye bin parçaya ayrılmadayız biz
Her çevresi düşmanla sarılmış adayız biz

Birleşse eğer gayede ruh önderi erler
Dâva o zaman bak ne takâmülle ilerler

Ferd zümreyi temsil edecek hale gelince
Dâvaya fedâ olmayı din borcu bilince
Her müslümanın böyle geliştikçe şuuru
Dünyalara tekrar yayacak dindeki nuru...

(Medeniyet)
Bir ülke cihad ruhunu Kur'an'da bulursa
Ruh önderi Peygamber-i zî-şân'ım olursa
Yüzyıllara hükmeyler ilâhî değeriyle
Çağlar medeniyyetlerin en şâheseriyle...

Her yükselişin tek yolu imanla ilimken
Her sâhada hakim yaşamak hakkı bizimken
Cehlin niye biz kapkara kâbûsuna daldık
Öz cevherimizden nice yüzyıl geri kaldık

Din çağlayanından hız alan hak medeniyyet
Tûfan kesilen bâtılı altüst eder elbet...

(Cihad)
İslam'da cihad farzların üstündeki farzken
Uğrunda savaşmak değil, ölmek bile azken
İmanı kızıl tehlike tehdit ediyorken
Bir kan seli halinde hız almış gidiyorken
Her iş bityor sanma sakın nafilelerle
Dâvayı yaşatmakta bütün hızla ilerle...

(Osmanlı mirası)
İman selinin çağlayışından hız alanlar
Her yükselişin feyzini Kur'an'da bulanlar
Fâtih'lerin imanına vâris çıkacaklar
Yol vermeyen engelleri mutlak yıkacaklar

Cihanı bayrağı altında toplayan devlet
Fetihle koskoca tarihi dolduran millet
Yavuz Selim gibi heybette bekliyor öncü
Büyük hedeflere matûf asırlar aşma gücü

Müceddid ve mütefekkir şairler halkasının son temsilcilerinden olan merhum hakkındaki yazımı/konuşmamı, onun aziz hatırasına armağan ettiğim şu şiirimle noktalamak istiyorum:

Ali Ulvî Kurucu'nun Hatırasına

Yarabbi, karanlık engin denizde
Kaptansız, fenersiz bırakma bizi
Vahdetin bir izi kalmadı bizde
Bize rehber olsun Resûl'ün izi

Resûl'ün müjdesi müceddidler var
Nurunu taşırlar nesilden nesle
Ümmet zayıf, mağlup, gülüyor ağyâr
Silkinmek istiyor bir güçlü sesle

Yûnus ve Mevlânâ ne güzel sesti
Derinlere çekti satıhtan bizi
Nice sular aktı, rüzgârlar esti
Yâdelde yitirdik biz kendimizi

Âkif "Korkma sönmez..." derken ocakta
Hindistan'da İkbal "Uyan" diyordu
Ârif Nihat, Ali Ulvî kucakta
Bayrağa bir hilal indiriyordu

Işığı Doğu'dan getiren nâsir
"Büyük Doğu" büyük diyen bir şâir
Diriliş şâiri, olsa da nadir
Ümmet şairinden mahrum değildir

Erlerin himmeti dağları yıkar
Kafa ve gönülde inkılâb olur
Onlar gönülleri nurunla yıkar
Çeşmelerden akan zülâl âb olur

Şiirde, nesirde ve düşüncede
Yağmur verAllah'ım, müceddidler ver
Durmayıp koşalım gündüz gecede
Rabbim nurdan mahrumkalmasın bir yer

(Hayrettin Karaman/5-3-2003, İst.)


Safahat’ı ezbere bilen ve Akif gibi şair olmayı Cenab-ı Hak’tan isteyen Kurucu’ya, yazdığı şiirlerinden dolayı II. Akif denmekte.

Şâirdi:
Ali Ulvî Kurucu, çok sevdiği ve örnek aldığı M. Akif vâdîsinde bir şairdi. Âkif gibi o da şiir sanatını, sanat yapmak için değil, bir ulvî gayeye hizmet etmek için kullanıyordu. Kullanıyordu, çünkü Kur'an-ı Kerim şiirin ve şairin iyisinden bahsediyordu ve Fahr-i âlem de şiir dinliyordu:

Bütün insanlığa rehber olarak gönderilen
Zat-ı kudsîsine en üstün ilimler verilen
Fahr-i âlem bile dinlerdi ilâhî şiiri
Çünkü her mısraı baştanbaşa Hakk'ın zikri
Hak seven, hak gözeten şairi takdir ederim
Böyle tarif ediyor şâiri Kur'an-ı Ker'im
(İkbal'in Hayatı, s.19)

Ona göre şairler -Kur'an'ın dediği gibi- iki çeşittir: "İlâhî tecellîlere erişmiş şairlerce hayat, bir takım nasipsizlerin dediği gibimechûle giden, ufku hicranlarla dolu, ümitsiz ve emelsiz bir yol değil, bilakis baharında hazan olmayan yemyeşil cennetlerin gül bahçelerine çıkan nurlu bir merdivendir:

Müslüman ırkıma Peygamberim açmış bu yolu
Ufku güllerle, çiçeklerle, meleklerle dolu.

Onun dostlarından ve İslam insanının seçkin örneklerinden Ebü'l-Hasen Nedvî ile bir sohbetini aktarırken, İslam âlemine musallat olan küfrün baskısından müslümanları kurtarmanın tek yolunun islâmî uyanış olduğunu, bu uyanışta şiirin, şâir ve ediplerin misyonunu şöyle ifade ediyor: "Bu da, hız ve feyzini Allah ve Resulullah aşkından alan iman heyecanını, milletin ruhuna nakşetmekle olacaktır. Bunu da ancak, İslam dâvasına gönül vermiş olan edip ve şairler yapacaktır... İmanlı bir gönülden fışkıran alev bestesi bir mısrâ'ın, gönüllerde uyandırdığı heyecanı, iman ruhundan mahrum ciltler dolusu eser uyandıramıyor." (İkbal'in Hayatı, s. 13).
İkbal'in şiirini anlatırken kendi şiir anlayışını da şöyle dile getirmiş oluyor: "Artık bu kadar derin bir kültüre, bu derece olgun bir iman şuurunasahip olan İkbal, pek tabiidir ki, solucanlar gibi toprak ve çamurlar içinde bocalayanbazı şair taslaklarınıno boğucu muhitine giremez, aşağılık seviyelerine inemez. O istiyordu ki, yüksek şiiri ilemuztarip insanlığı kutsi âlemlerin nurlu ufuklarına yükseltsin; insan cemiyetlerine kemal cemal âleminden kucak kucak huzur ve saadet, iman ve fazilet getirsin" (s. 17).

Düşünürdü:
Ali Ulvî Kurucu bir mütefekkirdir. İslam âleminin derlenip toparlanması, birleşmesi, İslam medeniyetinin yeniden inşası, bu yüce amaca ulaşmada dinin ve insanın rolü ve bu insanı yetiştirmenin yolu üzerinde dikkate değer düşünceşleri vardır:
"İkbal, insanı insan eden cevhere sesleniyordu. Rönesanslar yapacak bir milletin fertlerinin de her şeyden evvel ruhlarının her türlü esaretten kurtulması lazımdır. Zira millet fertlerinin ruhlarına çöken gaflet kâbûsu ancak bu dalgalanan vecdin heyecanıyla silinebilirdi. İkbal, aynen bizim Âkif gibi, idealinin ruhu olan büyük aşkını sadece bugünkü neslin değil,yarınki nesillerin de ruhuna uygun "mükemmel insan" yetiştirme mektebi olarak hazırlıyordu." (s.11).
Ona göre Batı, İslam âlemine hakim olmak için önce müslüman fertlerin psikolojilerine yönelmiş, milletine yabancılaştırdığı işbirlikçileri sayesinde müslümanların kimlik-kişilik şuur ve duygularını zayıflatmış, onlara aşağılık duygusu aşılamıştır.

İmana saldırmayı meslek edinenler
Hâlâ buna rağmen yine aydın geçinenler
Asla bu asil millete önder olamazlar
Fikrî kölelikten ebedî kurtulamazlar

Bugün müslüman münevverlerin (başta şair ve ediplerin) yapmaları gereken şey, İslam iman ve medeniyetine dayanarak müslüman şahsiyetini yeniden inşa etmektir. İkbal, Elmalılı Hamdi Efendi gibi kendini iyi bilen, ötekini de hakkıyla öğrenmiş ve kavramış olan mütefekkirler bu inşanın mimarları olacaktır (s.20-21).
Mütefekkirmize göre "Fransız Büyük İnkılabından sonra sinsi bir şekilde dünyanın dört köşesine yayılan dinsizlik ve din düşmanlığı cereyanı uzun yıllar insanlığabüyük zararlar vererek devam etti. ..Bu felaketlerinen fecilerinden birisi, tarihin uzun ömrü boyunca benzerine raslamadığı, insanlık için en korkunç bir tehlike olankomünizmdir. Binaenaleyh komünizmin en amansız düşmanları da dindarlardır. Zira komünizm mantarının kolayca başgöstereceğiçöplükler, din nurundan ve mukaddesat mefhumundan mahrum olan o, ufku boydanboya hüsran bulutlarıyla kapalı bulunan bedbaht ülkelerdir.Bugün bütün hür dünya bu derdi, devasıyla birlikte idrak etmiş bulunuyor... (Zulmeti Yıkan Nur, s. 5). Materyalizmin his ve fikirlerin, ruh ve vicdanların derinliklerinde açtığı yaraların ıztırabıyla kıvranan beşeriyetin bugün kendisini dinin o huzur ve saadet kaynağı olan müşfik kucağına atmanın ilâhî heyecanı ile çırpınmakta olduğunu görüyoruz... Mesela Avrupa ve Amerika'da dinden, ruhtan ve Allah'tan bahseden eserlerin sayısı günden güne çoğalmakta, muharrirler, edipler, şairler yazılarına dini bir veche vermekteler. Bugünkü Hristiyanlıkla tatmin olmayıp da hak ve hakikati arayanlar yüce dinimize ve bilhassaPeygamber Efendimize ait eserlerin mutalaasıyla İslamiyetle müşerref oluyorlar....Memleketimizde dini mevzularda yazılan eserlerin her gün daha ziyade kitap evlerinin vitrinlerini süslemekte olduğunu göğsümüz kabararak şükran hisleriyle görüyoruz..." (s.8-9).


Ali Ulvi Kurucu,1994’den beri senenin altı ayını Türkiye’de geçirmeye özen gösteriyordu. Üstad, yetişmekte olan imanlı nesli gördükçe; “Sizler benim gerçekleşen rüyalarım, kabul olunan dualarımsınız.” derdi.
Dostları
Son Şeyhul İslam Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Akif Ersoy, Zahid Kevseri, Hasan el-Benna, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni

Hatıratından

“Mısır’da okuduğu yıllarda Şeyhu’l İslam Mustafa Sabri Efendi’den faydalanmak için haftada bir orada bulunan zevatla birlikte yanına giderdik. Bir gün akşam namazı kılmak için ben müezzinlik yaptım. Mustafa Sabri’ye uyarak akşam namazını eda ettik... geri döndü. “Evladım, biraz evvel kamet getirirken hangi makam ile okumuştunuz, biliyor musunuz?” Çekinerek: “Hüseynî olacak efendim.” dedim.

“... Evladım Hüseynî makamı tam bir Türk makamıdır. Hüseynî dinlerken insanın gözünün önüne Anadolumuzun viran bağları, mor dumanlı dağları, masum ve garip ovaları gelir.” der ve ağlar. Oradakiler de hep birlikte ağlaşırlar, vatandan ayrılığın hasretiyle.”(2)


Vefatı
Güzel bir ömrün arkasından civar-ı peygamberîdeki elli altı yıllık mesud bir yaşantının ardından 3 Şubat 2002’de “aşkıyla yandığı efendisiyle buluştuğu”; Peygamber şehri Medine’de Hakk’a yürüdü. Cennet-ül Baki’de sırlandı.

Allah rahmet eylesin.

Biz onu ve çevresini daha iyi tanımak için Hatıra kitabını tavsiye ediyoruz.
Kaynaklar:
Hayrettin Karaman /Kendi sitesi.
Akif Emre /Yeni Şafak'taki yazısı.
AHMET HUNLUOĞLU / İlkadım Dergisi.
/div>
nd #comments --> <$BlogDateHeadeFriday, March 23, 2007

<$BlogItemBody$



Baba Tâhir Uryân dübeyitlerinde dünyanın geçiciliğini şöyle açıklıyor:

Dünyâ sofradır, insanlarsa misâfirdir
Bugün lâle görülür, yarın da hâzân olur.
Karanlık bir çukurun adın kabir koyarlar
Bana derler ki budur senin evin.
Dünyâ malının hepsi yanmalıdır
Dünyâ malından yüz çevirmelidir
Bugün yüreğinde olan derd ile gamı
Mahşer günü için toplamalısın.

Baba Tâhir Uryân
Ne mutlu onlara ki cân ile vücûdu fark etmezler.
Candan cananı, cânândan canı ayrı bilmezler
Onun derdine alışırlar, aylarca yıllarca
Fakat kendi dertlerine bir çâre bulmazlar.
Âşık olan herkes canından korkmaz
Âşık kütük ve zindandan korkmaz
Âşıkın gönlü aç bir kurdun heyheyinden
Korkmadığı gibi hiçbir şeyden korkmaz.
Yâ Rabbî! Gönlümün feryadına yetiş
Kimsesizler kimsesi sensin, ben kimsesiz kaldım
Herkes diyor ki Tâhir'in kimsesi yoktur.
Allah benim yardımcımdır, başkasına ne hâcet.
Ben ne alış-veriş fikrindeyim ne de kâr
Yüreğimde ne iyilik ne de varlık düşüncesi var.
Çeşme başı, su kenarı istemem
Çünkü her gözüm binlerce akan nehir gibidir.

  • Hayatı ile ilgili bilgi

  • Kaynak:İslam Ansiklobedisi
    /div>
    nd #comments --> <$BlogDateHeadeTuesday, August 15, 2006

    <$BlogItemBody$

    Meram Belediyesi Kültür Yayınları bünyesinde yayınlanan Mana ve Mefhumuyla Mesnevi’den Parıltılar adlı eser sahasında “ilk kitap” olma özelliği taşıyor. Konya’nın sevilen ve önde gelen büyüklerinden şair Nuri Baş’ın kaleme aldığı manzum eser Mesnevi’nin seçilmiş beyitlerinin şiir formunda yine beyitler halinde tercümesinden oluşuyor. Uzun süren itinalı bir çalışmanın neticesinde ortaya çıkan bu kitap, aruz ve hece vezni gibi şiir formlarına sadık kalınarak yapılmış en kapsamlı Mesnevi beyitlerini tercüme çalışması olarak “ilk kitap” olma sıfatını kazanıyor.
    Aruz vezin kalıplarını ve hece veznini ustalıkla kullanan şair Nuri Baş’ın Mana ve Mefhumuyla Mesnevi’den Parıltılar isimli kitabında şairin Mevlana’ya atfen yazdığı özgün şiirler de yer alıyor. Kitabın önsözünde belirtildiği üzere Türkçeleştirilen beyitler büyük Mesnevihanlardan ve Mesnevi şarihlerinden Tahirül Mevlevi’nin Şerh-i Mesnevi’si kaynak alınarak seçildi.

    Beyitlerden seçmeler yapacağız inşallah.



    YA RASÛLALLAH


    Yâ Rasûlullah firâkın yaktı, ben soldum bugün
    Ah nasıl etsem tahammül, dertliyim doldu bugün
    Sîne sûzân, dilde giryân, dil perîşân, kıl medet
    Bîkesim, bir çare lutfet. çâresiz kaldım bugün

    Hâki pâyin, pürşifadır şüphasiz mücrimlere
    Arttı derdim, bir şifâ almak için geldim bugün
    Rahmetten lil âlemînsin sen şefîu'l-müznib'in
    Ey kerem ummânı sultanım ümid buldum bugün

    Kelimeler - mefhumlar
    SAÂDET
    Hak yoludur yolların en doğrusu, emîni.
    Saâdete götürü insanı İslâm dini.
    UYMAK
    Peygambere uyanlar, Hakk’a uymuş olurlar.
    Madde ve manâ ile saâdeti bulurlar.
    ADALET
    Hak için almak, vermek, Hak bilmektir adâlet.
    Zulme, Zâlime destek olmamaktır adalet.
    /div>
    nd #comments --> <$BlogDateHeadeSunday, May 28, 2006

    <$BlogItemBody$





    Allah’ım,

    Lutfet ki gittiğimiz he yere barış götürelim.
    Bölücü değil,bağdaştırıcı,birleştirici olabilelim.

    Nefret olan yere sevgi,
    Yaralanma olan yere affedicilik,
    Kuşku olan yere inanç,
    Ümitsizlik olan yere ümit,
    Karanlık olan yere aydınlık,
    Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olamayı bize lutfet..

    Kusurları gören değil,kusurları örtenlerden,
    Teselli arayanlardan değil,teselli edenlerden,
    Anlayış bekleyenlerden değil,anlayış gösterenlerden,
    Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil,sevenlerden olmamıza yardım et.

    Yağmur gibi, hiçbir şey ayırt etmeyip aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,
    Güneş gibi,hiçbir şey ayırt etmeyip ışığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan,
    Toprak gibi,her şey üstüne bastığı halde hiçbir şeyini esirgemeyip nimetlerini herkese verenlerden olmayı nasib et.

    Alan değil veren ellerin,
    Affedici olduğu için affedilenlerin,
    Hak ile doğan,hak ile yaşayan ve hak için ölüp,sonsuz hayatta yeniden doğanların saffına katılmayı bize nasib et.
    /div>
    nd #comments --> <$BlogDateHeadeSunday, April 30, 2006

    <$BlogItemBody$

    Meczûb. Hak âşığı.Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi. Herkese ders olacak hikmetli sözleri çokmeşhûrdur. 805 (H.190) senesi Bağdât'ta vefât etti.İşte sadece nasihatları ile anılan kısa ama derin bir yaşam.Abdullah bin Mihran anlatıyor: Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde Behlül yüksek sesle:"Ey Hârûn!" diye seslendi. Hârûn, perdeyi kaldırarak: "Buyur Behlül, ne istiyorsun?" dedi.Behlül Dânâ yine; "Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?"dedi. Halîfe; "Bu hediyeler nasıl olur?" deyince, Behlül hazretleri; "İnsanlara Allahü teâlânınsevgisini, O'ndan korkmayı, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar hakkındatemiz ve güzel düşüncelere sahip olmak en güzel hediyedir." dedi.Halîfe; Nasıl yaşayalım?" diye sordu. Behlül; "Allah'tan kork. Her hâlindeMuhammed aleyhisselâmın sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun."dedi. Halîfe; "Çok güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et." dedi. Behlül hazretleri de; "Onukimden aldınsa ona ver. Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca.Bunu burada yap. Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin." diyecevap verdi.Hârûn Reşîd:"Bâri ihtiyâcını temin edelim." deyince, Behlül hazretleri; "Allahü teâlâ senin Rabbin olduğugibi, benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir." buyurdu. Hârûn Reşîd,bu sözleri işitince ağladı.Adamın birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece yatarken; "Yâ Rabbî!Bana Cennet'ini ver!" diye duâ ederdi. Bir gece aynı şekilde yattı. Geç vakitte, damdan birtıkırtı geldiğini hissederek uyandı. Hemen çıkıp; "Kimsin, orada ne arıyorsun?" dedi. Damdabulunan Behlül Dânâ idi ve; "Devem kayboldu da onu arıyorum." dedi. Ev sâhibi, "Kaybolandeve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık değil midir?" deyince, Behlül-i Dânâ; "Senin,hiç ibâdet etmemen ve sonra da Allahü teâlâdan Cennet'i istemen daha akılsızlık değilmidir?" buyurdu. Ev sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ'nın kendisine nasihat vermek için böyleyaptığını anladı. Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.Bir gün Behlül-i Dânâ’nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü. Doğruca kalkıpkabristanlığa gitti ve kapısına oturdu. Bunun farkına varanlar başına toplanıp; "Niçin hırsızınpeşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler. Onlara; "Yolunu şaşırmış o adamcağızı buradabekliyorum." diye cevap verdi. Bu söze oradakiler kahkaha ile güldüler ve; "Hay Allahiyiliğini versin, o adamın burada işi ne?" dediler. Bunun üzerine Behlül hazretleri; "Siz hiçmerak etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir." buyurdu. Busözler üzerine herkes derin düşüncelere daldı.Behlül Dânâ hazretlerinin halîfe Hârûn Reşîd'e bir nasîhati de şöyle oldu. Bir gün halîfeye;"Ey Hârûn Reşîd! Yer içinde, yer üzerinde ve göklerde çok olan nedir?" diye sordu. HârûnReşîd; "Bunu bilmeyecek ne var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökteise meleklerdir." dedi. Behlül; "Değil." buyurdu. Halîfe; "Nedir?" deyince, Behlül-i Dânâ; "EyHalîfe! Yer içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yer üzerinde insanların hırs ve tamahı,gökte ise âdil hükümdarların sevaplarıdır." buyurdu. Bu sözler üzerine Hârûn Reşîd ağlamayabaşladı.Birisi Behlül-i Dânâ'ya gidip; "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir taşına ne yazayım." dedi.Behlül hazretleri buna gülüp; "Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu,bil ki bu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir, yaz." dedi.Behlül-i Dânâ hazretleri şu beyitleri sık sık okurdu:"Bayram, yeni elbiseler giyenler için değildir.Ancak ilâhî azâptan emin olanlar içindir.Bayram bineklere binenler için de değildir.Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir."Behlül-i Dânâ, duası makbul bir zattı. Aşağıdaki şiir onundur:Hırsı bırak da, yorulma;Geçimde tamaha kapılma...Niçin malı cem edersin;Kime topladın bilemezsin!Rızk vaktiyle ayrıldı;Sû-i zan faydasız kaldı...Her hırs sâhibi fakirdir;Her kanaatkârsa zengin.Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken; "Ey Behlül! Sana sarayımdabir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy.İnsanlar arasana karış." dedi.Bunun üzerine hazret-i Behlül; "Müsâde ederseniz bir danışayım." dedi. Halîfe; "Kimedanışacaksın, kimsen yok ki?" diye cevap verdi. Behlül de; "Ben danışacağım yeribiliyorum." dedi ve oradan ayrıldı. Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağa yeriöğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeylerdinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi.Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûragirince, halîfe Hârûn Reşîd ona; "Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevabı." dedi.Behlül; "Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil." dedi. Halîfeheybetle; "Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışın, haberim oldu." dedi. Behlül de;"Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi.Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpeatıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma." dediler. Bu sözlerdeki ince manalarıanlayan Hârûn Reşîd: "Haklısın." deyip düşüncelere daldı.
    /div>
    nd #comments -->