<$BlogItemBody$

Ey evlad!.. Hakk’a ulaşman için iki adım atman gerekiyor. Birincisi, kalbinin dünya ve ahiretten, ikinci adımın da nefsinin diğer insanlardan uzaklaşmasını sağlar. İşte o zaman Hakk’a yakınlık gerçekleşebilir. Senden ilk adımı atıp işe başlamak, onu tamamlamak ise Aziz ve Celil olan Yüce Allah’tan. Tembellik sana yakışmaz. nasibini ara, çalış!.. Eğer bina sağlam temel üzerinde ise yıkılmaz, sen de halini dinimizin hükümlerinin üzerine oturtursan hiç kimse sana zarar veremez.
İlmi kamil alimlerden öğrenin. Onların meclislerinde edeple oturun. O meclislere başka amaçlarla gitmeyin. Böylece o zatların feyiz ve bereketinden siz de faydalanabilirsiniz. Ariflerin yanında sükut ederek oturunuz!.. Zahidlerin yanında ise, onlara rağbet ederek oturunuz !..
Kim ki Yüce Allah’ı tanırsa nefsinin, hevasının, tabiatının, adetinin ve bedeninin dili tutulur, buna karşılık, kalbinin özünün, halinin, makamının dili açılır. İşte bunun için Arifler daha çok sükut ederler ki, kendilerinden faydalanılsın, kalplerinden fışkıran irfan pınarlarından içilsin. Arifin dışı Allah’a şükür ile, içi O’ na hamd ile meşguldür. Neşesi içinde, kederi dışındadır. Çoğu mü’minin ise, kederi içinde sevinci dışındadır. Arifler makam sahibidirler, diğerleri ise hal sahibi. Hal değişikliğe uğrar; ama makam sabittir. Allah dostlarının mecnunluğu; tabii adetleri, nefsani fiilleri terk etmek ve şehvani, nefsani zevklere karşı koymalarını ifade eder, yoksa aklını kaybetmek demek değildir.
Nefs, kul ile Rabbi arasında bir perdedir. İzzet ve Celal sahibi Allah’ı bilenlerin sohbetinde çokça bulunan kişi nefsini tanır, Rabbine ve yaratıklara karşı daha mütevazi olur bilir ki, Allah ona nefsini, sırf dünya ve ahirette mutlu olması için tanıtmıştır.
Bence, iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevini yapan kişi, inzivaya çekilmiş bin abidden daha hayırlıdır. Çünkü abid, nefsi kendisini helaka sürüklemesin diye inzivaya çekilmiş böylece onunla savaşı bir bakıma terk etmiş demektir. Eğer nefsi, kalbe ve öze tabi olduğu bir halde inzivaya çekilmişse, bu makbuldür. Çünkü bu durumda nefs, onlara tabi olur. Kalb ile özün emrettiğini nefs de emreder. Bu halde nefs, NEFS-İ MUTMAİN haline gelir.
Sen, nefsinin heveslerini, arzularını ve zevklerini kendisine vermeğe devam ettiğin sürece, onun ipine bağlısın. Nefsinin hakkını ver ama, heveslerine ,arzularına ve zevklerine engel ol ! Onun kurtuluşu, kendisine haklarının verilmesi, helakı da ona hazlarının, heveslerinin ve arzularının verilmesine bağlıdır. Nefsin hakları; ihtiyaç miktarınca yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir, hazları ise zevk aldığı şeyler ve şehvetlerdir. Ona şeriatın ölçüleri dahilinde haklarını ver! Hazlarını, Allah’ın taktirine bırak!.. Ona daima helal şeyler yedir! Aza kanaat et!.. Nefsin Rabbine itaate yönelirse ona uy! Günah işlemeye yönelirse ona karşı koy !
Ey Ahali ! Nefisleriniz uluhiyet (İlah olma) iddiasında ama, sizin bundan haberiniz yok. Çünkü nefisleriniz, Hakk’a karşı kibirleniyor, Allah’ın muradından gayrısını istiyor. Onlar Allah’ı sevmiyor aksine, O’nun düşmanı olan şeytanı seviyor. Allah’ın ezelde taktir ettiği kaderi ortaya çıkmaya başladığında, boyun eğmiyor, sabretmiyor, itiraz edip, kaderle çekişiyor. Kişi Allah’tan başka neye bağlandı ve neye gönül verdi ise o onun putudur. Esas sebep olan Allah’ı tamamen unutarak zararın da faydanın da kendisinden geldiğini kabul ettiğin her şey senin ilahındır.
Ey dünyaya kulluk edenler ! Ey ahirete kulluk edenler ! Siz Allah’ı da dünyayı da ahireti de hakkıyla bilmiyorsunuz. Kiminizin putu dünya, kiminin ki ahiret. Çoğunuzun putu, insanlar, zevkler, övülme arzusu ve alkış toplama.
Temeli sağlam attığın taktirde, üstüne binayı çıkmaya başla! Temelin harcı, fıkıhtır (İslam Hukuku). Fıkıhtan maksadım, kitaplar da yazılan bedenle ve zahirle ilgili olan değil, kalp fıkhıdır. Budur seni Allah’a yaklaştıracak. Zamanını ilim öğrenmekle geçiriyorsun fakat, öğrendiklerinle amel etmiyorsun. Sen Hakk’ın huzurunda susmalı, dilsiz gibi olmalısın, ta ki, O’ ndan konuşma izni gelene kadar. Konuşma izni gelince, O’ nun kudreti ile konuşursun, kendi isteğinle değil. Bu durumda konuşman kalplerin hastalıklarına deva, özlere şifa, akıllara da ışık olur. Nefsinle cihad konusunda sana yardım edenle arkadaş ol ! Onun azmasına yardımcı olanlardan kaç ! Nefsini hizmetçin yap ! Sakın sen ona hizmetçi olma ! Onun tepesinden sopayı hiç eksik etme ! O, aynı yırtıcı hayvanlar gibidir, kendisini uyur ve uyuşuk gibi gösterir, fırsat bulunca hemen saldırır. Dışardan alçak gönüllü, itaatkar, hayırlara koşan gibi görünse de aldanma! Dikkatli ol ! Sen nefsine aşıksın. Gerçekte en büyük düşmanının o olduğunu bilseydin, mutlaka ona karşı çıkar, yemesi, içmesine bile engel olurdun. Rabbin ile arandaki en büyük engel SENSİN. Nefsine karşı gelerek, onunla savaşarak, onun heves ve arzuları karşısında sağır kesilerek kendini aradan çıkar.
İki çeşit ölüm vardır. Biri, ruhun bedende ayrılması demek olan ölümdür ki herkesçe bilinir. Bir de seçkinlerin ölümüdür ki bu, kötü adetlerin, arzuların yok olması, nefsin terbiye edilmesidir. Bu tür ölümde kalp dirilir. Ölmeden önce öl ! Hem kendinden geç, hem de Allah’tan gayrı şeylerden ! İşte o zaman dirilir, hakiki hayata kavuşursun. Allah kulunu, bütün olumsuz duygu ve hallerden sıyrıldıktan sonra, başka bir yaratılışla yaratır. Önce yokluk eli onu ile yok eder, sonra varlık eli ile hayata iade eder.
Kaderi bahane etmek, tembellerin dayanağıdır. Onlar, “Ne yapalım kader böyleymiş.” derler ve daha güzel amel işlemekten kendilerini yoksun bırakırlar. Sen ise ”o şunu dedi, neden? nasıl?” gibi tartışmalara girme ! Sadece çalış, çabala, güzel ameller işle ! Allah ise dilediğini işler. Allah yapacağından mesul olmaz. İnsanlar ise yaptıklarından mesul tutulurlar. Allah’a yakın bir kapıda adın yazılmış da olsa, gururlanıp da kendini koyuverme ! Şüphesiz, onu yazan, silmeğe de kadirdir. Daima taat, korku ve çekinme halinde ol ! Ta ki ölüm gelinceye ve dünyadan ahirete selametle varıncaya kadar. Kaza ve kadere razı olmadığın, belalara sabretmediğin ve nimetlere de şükretmediğin zaman, kendine Allah’tan başka bir Rab ara ! O’ ndan başka Rab yok ki bulasın. Ey sofilere mahsus elbiselere bürünmüş kişi ! O elbiseyi önce özüne, sonra kalbine, sonra nefsine en sonda da bedenine giydir. Zühd ve takva öz (sır) den başlar, dışa doğru gider. Dıştan içe doğru gitmez. Önce İslam’ı doğru anla ! İslam, kayıtsız, şartsız teslimiyet ve itaat demektir. Kendisinde ihlas bulunmayan her amel, içi boş, özü olmayan bir kabuk, ruhsuz bir ceset gibidir.
KAYNAK :Hz.Abdulkadir GEYLANİ-İlahi Armağan / Çev- Abdulkadir AKÇİÇEK/div>
<$BlogItemFeedLSubscribe to Post Comments [Atom]gItemCommegItemBackliass="comment-timestamp"> &lhttp://erenler.blogspot.com/8NHome$>